İstiklal Madalyalı emekli - Cevat Kulaksız
Bu yazımda, bir yaşlının babasının şehit madalyasını nasıl taşıdığını nasıl yararlandığını anlatmak istiyorum.
Oğlumun birinin asker olması nedeni ile askeri kartım olduğu için bazı askeri sosyal tesislere gidiyorum. 22 Eylül 2019 günü gazetemi ve okumakta olduğum kitabımı da alarak Ulus’taki Mehmetçik Parkı’na gittim. Açık havada dışarıda boş masada beyaz sakallı, yaşlıca bir adam tek başına oturuyordu. Ben de, onun yanında boş masada kimse oturmadığı için rahatça kitabımı gazetemi okurum düşüncesi ile oraya oturdum. Çantamdan masanın üstüne gazetemi kitabı mı çıkarıp okumaya başladım.
Biraz sonra 50-60 yaşlarında, sonradan Sivas’lı olduğunu öğrendiğim bir adam, selam verip komşunun masasına oturdu. Ben okumaya dalmışım onlar sohbete devam ediyorlar, konuşmalarını anlayamadım. Bir ara sonradan gelen Sivas’lının, “yav selam verdim yanına oturdum, lafın beni incitmeye başladın” sözünü duydum.
Tansiyon yükselmeye başladı galiba diye düşündüm, okumama ara verdim, okuyormuş gibi bakışımı kitaptan ayırmadan, olan biteni dinlemeye başladım.
Bizim komşu, sonradan 85 yaşında olduğunu öğrendiğim madalyalı beyaz sakallı, yanına gelen adama, “Atatürk Sivas’a geldi, değil mi? Dedi. Sonradan gelen adam, “evet geldi, ne olmuş yani” dedi. Babası şehit beyaz sakallı 85 yaşındaki komşu adama şöyle dedi: “Peki Atatürk’e neden sahip çıkmıyorsunuz”.
Kendi kendime, aman Tanrım bir şey olacak galiba diye düşündüğüm sırada, sonradan gelen adam, “ulan selam verdik senin yanına geldik sohbet için, sohbetin batsın” diyereksöylene söylene masadan kalkıp gitti. Tansiyon neden yükseldi böyle diyerek, merakım iyice arttı.
Gergin ortamı yatıştırmak ve de meraklandığım için bizim madalya taşıyan beyaz sakallıyla konuşmak istedim, yanından geçmek istedim, hemen yakında bulunan çay ocağından bir çay alayım dedim, ayağa kalktım. Yakınımdaki masada oturmakta olan bu yaşlı adamın masanın yanından geçerken, yaşlı haline saygımdan dolayı, çay almaya gidiyorum, çay içer misin, dedim. O da başını salladı, “içerim” dedi. Bu adamla mutlaka konuşmak istiyordum.
Çay ocağından, herkes kendi çayını, siparişini kendisi aldığı için, çay ocağından iki bardak çay alıp birini komşu masada oturan yaşlıca adama verdim. Adama baktım, göğsünde bir küçük naylon torbada kırmızı şeritli İstiklal Madalyası vardı.
Madalyayı görünce bu İstiklal Savaşı gazisine, yüz yaşın üstünde olması gereken bembeyaz saçlı adama daha çok ilgi ve saygı duymaya başladım.
Hem de, orada görevli erler askerler zaman zaman gelip ona, “baba bir ihtiyacın var mı hemen getirelim, canın ne istiyorsa hemen söyle” diyorlardı. Mutlaka bu adam İstiklal Savaşı gazisi, diye düşünmeye başladım. İzin alıp yanına vardım, boş bir sandalyeye oturdum. İlgimi çektiği için kitabımı, gazetemi bırakıp hemen yanına oturdum. Onunla konuşmaya başladık.
Ona dedim ki:
“-Abi sen İstiklal Savaşı gazisi misin? O da şöyle dedi:
“-Yok, ben değilim, babam İstiklal Savaşında şehit oldu, bu madalya şehit madalyası”,dedi. Öyle demesiyle içim bir tuhaf oldu, üzülsem mi, onu kutlasam mı diye düşünürken, ağzımdan maşallah sözü çıkıverdi.
-Adın ne, dedim.
“-Sezai Keklikçi,” dedi.
-Kaç yaşındasın, dedim. O:
“-85 yaşındayim” dedi. Öyle olunca 1934 de doğan bu adam İstiklal Savaşı gazisi olmaz, diye düşündüm.
-Aslen nerelisin, dedim.
“Bilecik’liyim”, Ertuğrul Gazi torunlarındanım” dedi.
Bir ara, cüzdanından Atatürk’ün nüfus Cüzdanı örneğini çıkarıp gösterdi. “Atatürk’ü çok sevdiğini, Atatürkçü olduğunu” söyledi.
Ona, “babandan dolayı maaş alıyor musun, diye sordum. O da, “yok almıyorum” dedi. Bilindiği gibi yasa hükmüne göre İstiklal Madalyası sahipleri ölünce dul veya evlenmemiş kız çocukları maaş alabilir.
Geçimini nasıl sağlıyorsun, diye sordum. O:
“-Ben emekliyim, iki bin lira maaş alıyorum” dedi.
-Sezai Bey evli misin, dedim. O da:
“-Yok, ben tek yaşıyorum”, dedi. Ona:
Peki, çamaşır, bulaşık işini nasıl hallediyorsun, diye sordum, şöyle cevap verdi:
“-Evde iki tane kız var, biri akkız, biri sarı kız, sağ olsun onlarla idare ediyorum”. Ona, niye öyle söylüyorsun, bu kızların adı yok mu, evli değiller mi, diye sorunca şöyle dedi:
“-Ak kız dediğim çamaşır makinesi, sarı kız dediğim bulaşık makinesi; basıyorum düğmeye ak kız çamaşırları, sarıkız bulaşıkları hallediyor”. İster istemez güldüm, oo o kızlar herkesin evinde var, dedim.
Peki, Sezai Bey, yemek işini nasıl hallediyorsun, diye sordum. O şöyle cevap verdi:
Döşünde küçük bir naylon poşette asılı duran babasının İstiklal Madalyası’nı göstererek, “bu madalya var ya bu madalya çok işime yarıyor” dedi. Ona, maaş almıyorsun, nasıl işine yarıyor o madalya, yemek falan işini nasıl hallediyorsun diye sorunca, bana aynen şunları anlattı:
“- Ben yemek yapmam ki; bu gördüğün madalya ile acıkınca, param varsa hangi lokantaya gitsem yemeğin yarı parasını alıyorlar. Param olmadığı zaman, Çankaya, Yenimahalle, Büyükşehir belediyesine gidip orada yemek yediriyorlar, bazen askeri birliklere gidip orada yemek yiyorum”. Madalya’nın bu kadar işe yaradığını hiç duymamıştım, diye düşündüm.
O ara başka bir garson asker geldi, “Sezai Baba bir isteğin var mı” diye sordu. O yok sağ ol dedi.
Ona dedim ki: “Sezai Bey bu yaştan sonra yaşam senin için zor, huzurevine gitsen orada emsallerin var, iyi bakarlar, maaşını oraya veririsin, evini de kiraya veririsin, rahat edersin.
O şöyle dedi:
“-Yok, evimi kiraya vermem, ölünceye kadar idare ederim, vasiyet ederim evimi kanser derneğine vereceğim”.
Babasının İstiklal Savaşı madalyasını göğsünde bir madalyon gibi taşıyan bu yaşlı adam, zaman zaman madalyayı eline alıyor, “bana çok yararı dokunuyor, bununla her zorluğu yeniyorum” diyor. Demek ki bu İstiklal madalyasını gören kişi ve yetkililer, ona her türlü kolaylığı gösteriyorlar, yemek veriyorlar, işlerinde yardımcı oluyorlar; kendisi de zaten bunu söylüyor. Babasının madalyası ile geçine bu adama şaşırdım kaldım.
Ona dedim ki: Sezai Bey, kaç lira maaş alıyorsun, sana yetiyor mu? 85 yaşındaki Sezai Keklikçi şöyle dedi:
“-Bu bana yetiyor, ayrıca üniversitede anasız babasız iki çocuğu okutuyorum, onlara her ay yüzer lira para veriyorum; şimdiye kadar üç tane daha çocuk okuttum”. Gerçekten çok az kimsenin yapabileceği fedakârlığı yapıyordu, bu yaşlı adam. Asgari ücretli maaşı ile böylesine geçiniyor, hem de öğrencilere burs gibi yardım ediyor. Zamanım dolduğu ayrılmak zorunda olduğum için izin alarak ayrıldım. Ayrılırken askerler ona çay getiriyorlardı.
Cevat Kulaksız
Fotoğraflar: Mehmetçik Parkında 85 lik Sezai Keklikçi babasının İstiklal Madalyası ile ve onunlayım. Ayrıca Atatürk’ün nüfus cüzdanı örneği.
Oğlumun birinin asker olması nedeni ile askeri kartım olduğu için bazı askeri sosyal tesislere gidiyorum. 22 Eylül 2019 günü gazetemi ve okumakta olduğum kitabımı da alarak Ulus’taki Mehmetçik Parkı’na gittim. Açık havada dışarıda boş masada beyaz sakallı, yaşlıca bir adam tek başına oturuyordu. Ben de, onun yanında boş masada kimse oturmadığı için rahatça kitabımı gazetemi okurum düşüncesi ile oraya oturdum. Çantamdan masanın üstüne gazetemi kitabı mı çıkarıp okumaya başladım.
Biraz sonra 50-60 yaşlarında, sonradan Sivas’lı olduğunu öğrendiğim bir adam, selam verip komşunun masasına oturdu. Ben okumaya dalmışım onlar sohbete devam ediyorlar, konuşmalarını anlayamadım. Bir ara sonradan gelen Sivas’lının, “yav selam verdim yanına oturdum, lafın beni incitmeye başladın” sözünü duydum.
Tansiyon yükselmeye başladı galiba diye düşündüm, okumama ara verdim, okuyormuş gibi bakışımı kitaptan ayırmadan, olan biteni dinlemeye başladım.
Bizim komşu, sonradan 85 yaşında olduğunu öğrendiğim madalyalı beyaz sakallı, yanına gelen adama, “Atatürk Sivas’a geldi, değil mi? Dedi. Sonradan gelen adam, “evet geldi, ne olmuş yani” dedi. Babası şehit beyaz sakallı 85 yaşındaki komşu adama şöyle dedi: “Peki Atatürk’e neden sahip çıkmıyorsunuz”.
Kendi kendime, aman Tanrım bir şey olacak galiba diye düşündüğüm sırada, sonradan gelen adam, “ulan selam verdik senin yanına geldik sohbet için, sohbetin batsın” diyereksöylene söylene masadan kalkıp gitti. Tansiyon neden yükseldi böyle diyerek, merakım iyice arttı.
Gergin ortamı yatıştırmak ve de meraklandığım için bizim madalya taşıyan beyaz sakallıyla konuşmak istedim, yanından geçmek istedim, hemen yakında bulunan çay ocağından bir çay alayım dedim, ayağa kalktım. Yakınımdaki masada oturmakta olan bu yaşlı adamın masanın yanından geçerken, yaşlı haline saygımdan dolayı, çay almaya gidiyorum, çay içer misin, dedim. O da başını salladı, “içerim” dedi. Bu adamla mutlaka konuşmak istiyordum.
Çay ocağından, herkes kendi çayını, siparişini kendisi aldığı için, çay ocağından iki bardak çay alıp birini komşu masada oturan yaşlıca adama verdim. Adama baktım, göğsünde bir küçük naylon torbada kırmızı şeritli İstiklal Madalyası vardı.
Madalyayı görünce bu İstiklal Savaşı gazisine, yüz yaşın üstünde olması gereken bembeyaz saçlı adama daha çok ilgi ve saygı duymaya başladım.
Hem de, orada görevli erler askerler zaman zaman gelip ona, “baba bir ihtiyacın var mı hemen getirelim, canın ne istiyorsa hemen söyle” diyorlardı. Mutlaka bu adam İstiklal Savaşı gazisi, diye düşünmeye başladım. İzin alıp yanına vardım, boş bir sandalyeye oturdum. İlgimi çektiği için kitabımı, gazetemi bırakıp hemen yanına oturdum. Onunla konuşmaya başladık.
Ona dedim ki:
“-Abi sen İstiklal Savaşı gazisi misin? O da şöyle dedi:
“-Yok, ben değilim, babam İstiklal Savaşında şehit oldu, bu madalya şehit madalyası”,dedi. Öyle demesiyle içim bir tuhaf oldu, üzülsem mi, onu kutlasam mı diye düşünürken, ağzımdan maşallah sözü çıkıverdi.
-Adın ne, dedim.
“-Sezai Keklikçi,” dedi.
-Kaç yaşındasın, dedim. O:
“-85 yaşındayim” dedi. Öyle olunca 1934 de doğan bu adam İstiklal Savaşı gazisi olmaz, diye düşündüm.
-Aslen nerelisin, dedim.
“Bilecik’liyim”, Ertuğrul Gazi torunlarındanım” dedi.
Bir ara, cüzdanından Atatürk’ün nüfus Cüzdanı örneğini çıkarıp gösterdi. “Atatürk’ü çok sevdiğini, Atatürkçü olduğunu” söyledi.
Ona, “babandan dolayı maaş alıyor musun, diye sordum. O da, “yok almıyorum” dedi. Bilindiği gibi yasa hükmüne göre İstiklal Madalyası sahipleri ölünce dul veya evlenmemiş kız çocukları maaş alabilir.
Geçimini nasıl sağlıyorsun, diye sordum. O:
“-Ben emekliyim, iki bin lira maaş alıyorum” dedi.
-Sezai Bey evli misin, dedim. O da:
“-Yok, ben tek yaşıyorum”, dedi. Ona:
Peki, çamaşır, bulaşık işini nasıl hallediyorsun, diye sordum, şöyle cevap verdi:
“-Evde iki tane kız var, biri akkız, biri sarı kız, sağ olsun onlarla idare ediyorum”. Ona, niye öyle söylüyorsun, bu kızların adı yok mu, evli değiller mi, diye sorunca şöyle dedi:
“-Ak kız dediğim çamaşır makinesi, sarı kız dediğim bulaşık makinesi; basıyorum düğmeye ak kız çamaşırları, sarıkız bulaşıkları hallediyor”. İster istemez güldüm, oo o kızlar herkesin evinde var, dedim.
Peki, Sezai Bey, yemek işini nasıl hallediyorsun, diye sordum. O şöyle cevap verdi:
Döşünde küçük bir naylon poşette asılı duran babasının İstiklal Madalyası’nı göstererek, “bu madalya var ya bu madalya çok işime yarıyor” dedi. Ona, maaş almıyorsun, nasıl işine yarıyor o madalya, yemek falan işini nasıl hallediyorsun diye sorunca, bana aynen şunları anlattı:
“- Ben yemek yapmam ki; bu gördüğün madalya ile acıkınca, param varsa hangi lokantaya gitsem yemeğin yarı parasını alıyorlar. Param olmadığı zaman, Çankaya, Yenimahalle, Büyükşehir belediyesine gidip orada yemek yediriyorlar, bazen askeri birliklere gidip orada yemek yiyorum”. Madalya’nın bu kadar işe yaradığını hiç duymamıştım, diye düşündüm.
O ara başka bir garson asker geldi, “Sezai Baba bir isteğin var mı” diye sordu. O yok sağ ol dedi.
Ona dedim ki: “Sezai Bey bu yaştan sonra yaşam senin için zor, huzurevine gitsen orada emsallerin var, iyi bakarlar, maaşını oraya veririsin, evini de kiraya veririsin, rahat edersin.
O şöyle dedi:
“-Yok, evimi kiraya vermem, ölünceye kadar idare ederim, vasiyet ederim evimi kanser derneğine vereceğim”.
Babasının İstiklal Savaşı madalyasını göğsünde bir madalyon gibi taşıyan bu yaşlı adam, zaman zaman madalyayı eline alıyor, “bana çok yararı dokunuyor, bununla her zorluğu yeniyorum” diyor. Demek ki bu İstiklal madalyasını gören kişi ve yetkililer, ona her türlü kolaylığı gösteriyorlar, yemek veriyorlar, işlerinde yardımcı oluyorlar; kendisi de zaten bunu söylüyor. Babasının madalyası ile geçine bu adama şaşırdım kaldım.
Ona dedim ki: Sezai Bey, kaç lira maaş alıyorsun, sana yetiyor mu? 85 yaşındaki Sezai Keklikçi şöyle dedi:
“-Bu bana yetiyor, ayrıca üniversitede anasız babasız iki çocuğu okutuyorum, onlara her ay yüzer lira para veriyorum; şimdiye kadar üç tane daha çocuk okuttum”. Gerçekten çok az kimsenin yapabileceği fedakârlığı yapıyordu, bu yaşlı adam. Asgari ücretli maaşı ile böylesine geçiniyor, hem de öğrencilere burs gibi yardım ediyor. Zamanım dolduğu ayrılmak zorunda olduğum için izin alarak ayrıldım. Ayrılırken askerler ona çay getiriyorlardı.
Cevat Kulaksız
Fotoğraflar: Mehmetçik Parkında 85 lik Sezai Keklikçi babasının İstiklal Madalyası ile ve onunlayım. Ayrıca Atatürk’ün nüfus cüzdanı örneği.
Hiç yorum yok: