Fakir Baykurt’un köyünde onun anısına yapılan kütüphanede
Gönen Köy Enstitüsü mezunlarının Kuru Fasulye Gününe katılmak için geldiğimiz 28-29-30 Haziran günlerinde, etkinliğe katıldıktan sonra çeşitli yerleri gezme fırsatımız da oldu.
Gönen (Isparta), Burdur yöresine gelince, yörenin yetiştirdiği yazarlardan “Fakir Baykurt’un da köyüne gidelim” diye istem olmasıyla, Fakir’in köyü olan Burdur-Yeşilova İlçesi Akçaköy’e yöneldik.
Köye giderken lavanta tarlalarını gördük. Lavanta çiçeği kozmetik sanayinde kullanılan yeni yeni ekilmeye başlayan bir çiçek bitkisi. Lavantadan parfüm ve çeşitli güzellik kremleri yapımında kullanılmakta, Fransa’da yoğun biçimde ekilip kozmetik sanayi için ekiliyor, Türkiye’de de daha yeni yeni ekilmekte. Biz de yeni yeni ekilmeye başlanan lavanta tarlasını gezdik.
Köye yaklaşırken her yerin yeşillikler içinde olduğunu, yörede her çeşit sebze ve meyvenin yetiştirildiğini öğrendik. Fakir Baykurt’un köyü Akçaköy’e girdiğimiz zaman, her yer öylesine yeşillikler içinde idi ki, yer yer evlerin ağaçlar içinde görünmez olduğuna tanık olduk.
Köylülerden bazıları köy hakkında şöyle dediler: “Bu Akçaköy aslında 400 hanedir, ama şu anda 300 hanesi burada yok. Ama nüfusu 4000-4500 ama çoğunluğu şimdilik yok gelip giderler. Buralar ağa köyleridir”.
Bu köyde, Fakir Baykurt anısına yapılan köy kütüphanesine gittik. Kütüphane, erik ve dut ağaçlarının bulunduğu bir bahçe içindeydi, kafiledekiler dut toplayıp dut yediler.
Bahçede kütüphanenin önünde topluca fotoğraf çektirirken Fakir Baykurt anısına saygı duruşunda bulunduk. Fakir Baykurt, köyüne yapılan bu kütüphanenin annesi Elif Nine adına yapılmasını istediği için annesinin adı verilmiş, kapının üstündeki levhada “Burdur İli Yeşilova İlçesi Akçaköy Elif Nine Çocuk ve Halk Kitaplığı” yazılı idi.
Kültür Bakanlığına bağlı olan bu kütüphanede Zeki Sağdaş adlı hademesi de, memuru da kendisi olan bir memur görevli vardı. Görevliye sorduk, çocuklar ve halktan gelip burada kitap okuyanlar var mı, diye sorduğumuzda, “memur, “maalesef hiç kimse gelip kitaplara bakmıyor” bile dedi. Bir yıl içinde gerek çocuklardan, gerek halktan kaç kişi gelip kitap okudu, diye sorduğumuzda, memur aynen, “ “sıfır” dedi.
Bu söz karşısında içimiz burkuldu, çok üzüldük, sadece depo olarak kullanılan, kapısında kitaplık yazılı, tek memurlu, bayrak dalgalanan bu kütüphane önünde fotoğraf çektirdik, dolanıp durduk, bahçe içindeki dut ağaçlarından dut toplanıp yedikten sonra üzüntü içinde ayrıldık. Öyle ya, “cahilin ferasetine güvenen (cahillerden medet uman), yönetimin kütüphanesi böyle olsa gerek” diye mırıldananlar vardı içimizde.
Yalnız, ekip başkanımız Emkl. İlköğ. Müft. Mehmet Ayhan kütüphane önünde toplanan arkadaşlara Fakir Baykurt hakkında şunları anlatmıştı:
“-Fakir Baykurt toplumcu insancıl bir kişidir. Fakir Baykurt’un öğretmenliğinin, eğitimciliğinin yanı sıra öğretmen örgütçülüğü önemlidir. Medeni kişi, medeni toplum örgütlü toplum denir medeni topluma. Halkımız buna şöyle demiştir, “bir elin nesi var, iki elin sesi var”. Mustafa Balbay’ın bir yazısında okumuştum bundan 15 evvel Gümüşhane’den Trabzon’a 40 kişi gidiyorlar, oraya 40 tane tüccar. Dönüşte Kop Dağlarının orada üç eşkıya tarafından silahla durduruyorlar, soyuyorlar, nerede ise don gömlekle, yılgın ve yorgun olarak Gümüşhane’ye geliyorlar.
Halk diyor ki onlara, “yav size ne oldu böyle, ne bu haliniz”,
“-Kaç kişi soydu?”
“-Üç kişi soydu”
“-Ee siz 40 kişisiniz, nasıl böyle” soyuluyorsunuz?”
“-Biz kırk kişiydik ama onlar üç kişiydi ama onlar örgütlü üç kişiydi, biz ise dağınık 40 kişiydik” diyorlar.
Demek ki örgütlü olmaktır, önemli olan.
Şimdi, Batı Emperyalizmi neye saldırıyor? Öğretmen örgütü varsa evvela onu çökertmeye; işçi örgütü varsa onu sarı sendika yapmaya, çökertmeye çalışıyor; en büyük kuvvetimiz nedir, TC Devletinin kuvveti ordudur, o ordu gücünü çökertmeye Ergenekon’la, Sevr’le onu çökertmeye çalışıyorlar. En büyük örgüt nedir, devleti, devleti çökertmeye çalışıyorlar. Çökertilen devlette artık bireylerin artık gücü kuvveti yoktur.
Fakir Baykurt bu bilinçle öğretmen örgütünü kuran kişi olduğu için örgütçülüğü başta gelir, bir.
Eğitimciliği başta gelir, iki. İnsanı empati denen kendini onun yerine koyarak onun acısına, onun duygu ve düşüncesini duymak demektir. Tolstoy ne diyor, “eğer kendi acınızı duyuyorsanız yanlısınız, eğer başkasının acını duyuyorsanız insansınızdır”. Şimdi biz başkasının acısını duymaktan ziyade yüzümüzü yere döndürerek birbirimize karşı kendi çıkarımızı savunuyoruz.
Üçüncüsü, bir toplumun uygar toplum olması için temel faktör adalettir. Adalet ne demektir, insana saygı demektir, hak, hukuk demektir. Adalet yoksa ona toplum denemez, orada derebeylik hükümdarlık vs bir şeyler vardır.
Şimdi, Fakir Baykurt hem eğitimci, hem örgütçü, hem yurtsever. Bir gün Fakir Baykurt’un annesi Elif kadın, annesi, “Elif Nine” diye yazmışlar oraya. Bunun dersine giriyor bir köyde, dersten çıktıktan sonra Fakir soruyor, “nasıl ana dersimi beğendin mi” diyor.
Anası, “hiç beğenmedim”, diyor. Fakir, niye diyor.
“Çocuklara bağırıyorsun, azarlıyorsun”, diyor. “Ben seni böyle mi yetiştirdim”, diyor. Meğerse Fakir Baykurt şunu hatırlıyor o zaman, beş yaşındaki şuradaki kahvede çay içeceğim, diye ağlamaya başlamış annesinin elinden. “Gitmiş oraya, “Ferhat”, demiş, “bir tane çay getiri misin oradan”, getirmiş, Fakir de çayı eline aldığında sıcakmış bardak, birden yere atmış, bardak düşmüş. Annesi ne yapması lazım o zaman, dövmesi pataklaması lazım.
Annesi, “Ferhat, bir çay daha getir”,demiş. Çocuğun ruhu rencide olmasın, “hata yaptım” diye üzülmesin, diye.
Ferhat bir çay daha getirmiş, “oğlum soğutarak iç, kenardan yavaş tut” filan. Fakir çayı içmiş, annesi, “bunu hatırlayabildin mi” demiş. “İşte Fakir seni böyle yetiştirdim”demiş;
işte Elif Nine böyle bir kadınmış.
Hepsinin ruhu şad olsun”. Alkışlar. Bu konuşmadan sonra bazı arkadaş kütüphane bahçesinde bulunan dut ağaçlarında dut yemeye dağıldılar.
Adının Zeki Sağdaş olduğunu öğrendiğimiz kütüphanenin tek memuru, “bu bina 198 m2, yılbaşından beri ne kitap okumak için ne eğitim amaçlı hiçbir öğrenci veya kimse gelmedi. Yalnız sizler gibi gelip görmeye, ziyarete gelenler çok” dedi.
Ayrılırken bir duvar dibinde oturan beş Altı tane yaşlı kadın oturuyordu. Kendilerine sordum, okuma yazma biliyor musunuz, dedim, bir tanesi okuma yazma biliyormuş.
Ayrıca ekip başkanımız Mehmet Ayhan ve ressam Yaşar Çallı’da bu yaşlı kadınlarla sohbet ettiler. Köyden böylece ayrıldık.
Cevat Kulaksız
Gönen (Isparta), Burdur yöresine gelince, yörenin yetiştirdiği yazarlardan “Fakir Baykurt’un da köyüne gidelim” diye istem olmasıyla, Fakir’in köyü olan Burdur-Yeşilova İlçesi Akçaköy’e yöneldik.
Köye giderken lavanta tarlalarını gördük. Lavanta çiçeği kozmetik sanayinde kullanılan yeni yeni ekilmeye başlayan bir çiçek bitkisi. Lavantadan parfüm ve çeşitli güzellik kremleri yapımında kullanılmakta, Fransa’da yoğun biçimde ekilip kozmetik sanayi için ekiliyor, Türkiye’de de daha yeni yeni ekilmekte. Biz de yeni yeni ekilmeye başlanan lavanta tarlasını gezdik.
Köye yaklaşırken her yerin yeşillikler içinde olduğunu, yörede her çeşit sebze ve meyvenin yetiştirildiğini öğrendik. Fakir Baykurt’un köyü Akçaköy’e girdiğimiz zaman, her yer öylesine yeşillikler içinde idi ki, yer yer evlerin ağaçlar içinde görünmez olduğuna tanık olduk.
Köylülerden bazıları köy hakkında şöyle dediler: “Bu Akçaköy aslında 400 hanedir, ama şu anda 300 hanesi burada yok. Ama nüfusu 4000-4500 ama çoğunluğu şimdilik yok gelip giderler. Buralar ağa köyleridir”.
Bu köyde, Fakir Baykurt anısına yapılan köy kütüphanesine gittik. Kütüphane, erik ve dut ağaçlarının bulunduğu bir bahçe içindeydi, kafiledekiler dut toplayıp dut yediler.
Bahçede kütüphanenin önünde topluca fotoğraf çektirirken Fakir Baykurt anısına saygı duruşunda bulunduk. Fakir Baykurt, köyüne yapılan bu kütüphanenin annesi Elif Nine adına yapılmasını istediği için annesinin adı verilmiş, kapının üstündeki levhada “Burdur İli Yeşilova İlçesi Akçaköy Elif Nine Çocuk ve Halk Kitaplığı” yazılı idi.
Kültür Bakanlığına bağlı olan bu kütüphanede Zeki Sağdaş adlı hademesi de, memuru da kendisi olan bir memur görevli vardı. Görevliye sorduk, çocuklar ve halktan gelip burada kitap okuyanlar var mı, diye sorduğumuzda, “memur, “maalesef hiç kimse gelip kitaplara bakmıyor” bile dedi. Bir yıl içinde gerek çocuklardan, gerek halktan kaç kişi gelip kitap okudu, diye sorduğumuzda, memur aynen, “ “sıfır” dedi.
Bu söz karşısında içimiz burkuldu, çok üzüldük, sadece depo olarak kullanılan, kapısında kitaplık yazılı, tek memurlu, bayrak dalgalanan bu kütüphane önünde fotoğraf çektirdik, dolanıp durduk, bahçe içindeki dut ağaçlarından dut toplanıp yedikten sonra üzüntü içinde ayrıldık. Öyle ya, “cahilin ferasetine güvenen (cahillerden medet uman), yönetimin kütüphanesi böyle olsa gerek” diye mırıldananlar vardı içimizde.
Yalnız, ekip başkanımız Emkl. İlköğ. Müft. Mehmet Ayhan kütüphane önünde toplanan arkadaşlara Fakir Baykurt hakkında şunları anlatmıştı:
“-Fakir Baykurt toplumcu insancıl bir kişidir. Fakir Baykurt’un öğretmenliğinin, eğitimciliğinin yanı sıra öğretmen örgütçülüğü önemlidir. Medeni kişi, medeni toplum örgütlü toplum denir medeni topluma. Halkımız buna şöyle demiştir, “bir elin nesi var, iki elin sesi var”. Mustafa Balbay’ın bir yazısında okumuştum bundan 15 evvel Gümüşhane’den Trabzon’a 40 kişi gidiyorlar, oraya 40 tane tüccar. Dönüşte Kop Dağlarının orada üç eşkıya tarafından silahla durduruyorlar, soyuyorlar, nerede ise don gömlekle, yılgın ve yorgun olarak Gümüşhane’ye geliyorlar.
Halk diyor ki onlara, “yav size ne oldu böyle, ne bu haliniz”,
“-Kaç kişi soydu?”
“-Üç kişi soydu”
“-Ee siz 40 kişisiniz, nasıl böyle” soyuluyorsunuz?”
“-Biz kırk kişiydik ama onlar üç kişiydi ama onlar örgütlü üç kişiydi, biz ise dağınık 40 kişiydik” diyorlar.
Demek ki örgütlü olmaktır, önemli olan.
Şimdi, Batı Emperyalizmi neye saldırıyor? Öğretmen örgütü varsa evvela onu çökertmeye; işçi örgütü varsa onu sarı sendika yapmaya, çökertmeye çalışıyor; en büyük kuvvetimiz nedir, TC Devletinin kuvveti ordudur, o ordu gücünü çökertmeye Ergenekon’la, Sevr’le onu çökertmeye çalışıyorlar. En büyük örgüt nedir, devleti, devleti çökertmeye çalışıyorlar. Çökertilen devlette artık bireylerin artık gücü kuvveti yoktur.
Fakir Baykurt bu bilinçle öğretmen örgütünü kuran kişi olduğu için örgütçülüğü başta gelir, bir.
Eğitimciliği başta gelir, iki. İnsanı empati denen kendini onun yerine koyarak onun acısına, onun duygu ve düşüncesini duymak demektir. Tolstoy ne diyor, “eğer kendi acınızı duyuyorsanız yanlısınız, eğer başkasının acını duyuyorsanız insansınızdır”. Şimdi biz başkasının acısını duymaktan ziyade yüzümüzü yere döndürerek birbirimize karşı kendi çıkarımızı savunuyoruz.
Üçüncüsü, bir toplumun uygar toplum olması için temel faktör adalettir. Adalet ne demektir, insana saygı demektir, hak, hukuk demektir. Adalet yoksa ona toplum denemez, orada derebeylik hükümdarlık vs bir şeyler vardır.
Şimdi, Fakir Baykurt hem eğitimci, hem örgütçü, hem yurtsever. Bir gün Fakir Baykurt’un annesi Elif kadın, annesi, “Elif Nine” diye yazmışlar oraya. Bunun dersine giriyor bir köyde, dersten çıktıktan sonra Fakir soruyor, “nasıl ana dersimi beğendin mi” diyor.
Anası, “hiç beğenmedim”, diyor. Fakir, niye diyor.
“Çocuklara bağırıyorsun, azarlıyorsun”, diyor. “Ben seni böyle mi yetiştirdim”, diyor. Meğerse Fakir Baykurt şunu hatırlıyor o zaman, beş yaşındaki şuradaki kahvede çay içeceğim, diye ağlamaya başlamış annesinin elinden. “Gitmiş oraya, “Ferhat”, demiş, “bir tane çay getiri misin oradan”, getirmiş, Fakir de çayı eline aldığında sıcakmış bardak, birden yere atmış, bardak düşmüş. Annesi ne yapması lazım o zaman, dövmesi pataklaması lazım.
Annesi, “Ferhat, bir çay daha getir”,demiş. Çocuğun ruhu rencide olmasın, “hata yaptım” diye üzülmesin, diye.
Ferhat bir çay daha getirmiş, “oğlum soğutarak iç, kenardan yavaş tut” filan. Fakir çayı içmiş, annesi, “bunu hatırlayabildin mi” demiş. “İşte Fakir seni böyle yetiştirdim”demiş;
işte Elif Nine böyle bir kadınmış.
Hepsinin ruhu şad olsun”. Alkışlar. Bu konuşmadan sonra bazı arkadaş kütüphane bahçesinde bulunan dut ağaçlarında dut yemeye dağıldılar.
Adının Zeki Sağdaş olduğunu öğrendiğimiz kütüphanenin tek memuru, “bu bina 198 m2, yılbaşından beri ne kitap okumak için ne eğitim amaçlı hiçbir öğrenci veya kimse gelmedi. Yalnız sizler gibi gelip görmeye, ziyarete gelenler çok” dedi.
Ayrılırken bir duvar dibinde oturan beş Altı tane yaşlı kadın oturuyordu. Kendilerine sordum, okuma yazma biliyor musunuz, dedim, bir tanesi okuma yazma biliyormuş.
Ayrıca ekip başkanımız Mehmet Ayhan ve ressam Yaşar Çallı’da bu yaşlı kadınlarla sohbet ettiler. Köyden böylece ayrıldık.
Hiç yorum yok: