Header Ads

Hava durumu uygulamasi android mobil cihazlar icin
Son Dakika
recent

Burdur gölü kıyısında bir doğa laboratuvarı Lisinia

Lisinia  doğal parkı ve doğa rehabilitasyon merkezi 

Burdur gölü kıyısında bir doğa laboratuvarı Lisinia
Suların, havanın, toprağın kirlendiği zehirlenmeye başladığı günümüzde, Burdur’a 33 km uzaklıkta Karakent Köyü’nde hemen Burdur Gölü kıyısında doğayı koruma ve kansere karşı mücadele amacıyla kurulan çok ilginç bir doğa rehabilitasyon merkezi var.
Veteriner Hekim Öztürk Sarıca tarafından 2005 de kurulan bu örnek doğa harikası muhteşem tesiste hasta, yaralı yaban hayvanları tedavi edilerek doğaya salınıyor.
Bu doğa parkının hemen yakınında olan, tektonik bir göl olan Burdur Gölü eski çağlarda 200 metre derinliğinde geniş bir su kütlesiyken, günümüzde ortalama 8 metre derinliğinde olan bir su kütlesi haline gelmiştir. Yerkürenin ısınması, iklimsel değişiklikler sonucu buharlaşmanın çok, yağışın az olması, gölü besleyen derelerin baraj ve bentlerle engellenmesi, yanlış sulama ile birlikte su azalarak günümüze kadar gelmiştir.
Ayrıca Burdur Gölü’nün sulak alanlarının korunması, tıbbi aromatik bitkilerin yetiştirilmesi ve bunlardan çeşitli yararlı krem ve yağların üretilmesi, kanser araştırmalarının yapılması gibi çeşitli yararlı çalışmaların yapıldığı bu örnek tesiste gönüllülerin çalışıp desteklediği gibi insanlığa hizmet eden örnek çalışmalar yapılmakta.
Onlarca dönüm arazi içinde 2005 yılında kurulan tesise girdiğiniz zaman, kendinizi M.Ö. bir doğa parçasında sanıyorsunuz. Karşınıza bir levhada “Lisinia Doğa Anti Kanser Proje” yazılı bir ilginç bahçeye giriyorsunuz.  Orada burada derme çatma gibi görünen ama doğaya uydurulmuş barınaklar içinde çeşitli hasta ve yararlı hayvanları görüyorsunuz. Burada hayvanlar kendilerini “doğanın içindeyim” sanıyormuş”.
Çeşitli krem üretiminde kullanılmak üzere, bazı küçük tarlalarda lavanta çiçekleri, başka bitkiler ekilmiş çok farklı bir yer.
Hele çörden çöpten dallardan kartal, insan heykelleri yapılmış, Hindu mabedini andıran kuleler yapılmış, barınaklar, çeşitli üretim yerleri olan ilginç bir yer. Buraya çeşitli yerlerden doğa gönüllüleri gelip çalışıyorlarmış, ayrıca her ay kafileler halinde burayı meraklılar ziyaret ediyor.
Bu eşsiz tesislerde çok çeşitli tohumlardan, çok çeşitli kremler üretiliyor, ayrıca kanser konusunda da araştırmalar da yapılabildiğini yöneticiler söylemekte.
Dağ ve göl arasında doğanın içinde bu tesis hakkında orada çalışan bir gönüllü şunları anlattı:
Tesiste hasta, yaralı, zehirlenmiş hayvanlar tedavi ediliyor
“Benim adım Murat; Türkiye’nin her tarafından yaban hayatıyla ilgili hasta hayvanları kabul ediyoruz.  Ağaçlara ya da hayvanlara bakıyoruz, bu arada zehirlenmiş yaban hayvanları, avcıların vurduğu yaralı, hastalıklardan veya travmayla yararlanmış hayvanları kabul ettikten sonra gerekli tedavilere başlıyoruz, gerekli tedavilerini yaptıktan sonra doğaya tekrar salıyoruz. Böylece doğaya bir katkımız oluyor.
Burdur Gölü şu anda sürekli su kaybediyor, buharlaşmayla kaybediyor, Burdur Gölünden sulama amaçlı gereksiz kullanımı, gölü besleyen dereler üzerine yapılan göletler gibi nedenle Burdur gölünün devamlı surette su kaybına neden oluyor. 
Başlangıçtaki çıkış noktamız insan sağlığının bozulmasıdır, insan sağlığının bozulması ile doğanın bozulması ile olmaktadır. Biz doğadaki birtakım şeyleri düzeltirsek,  insan sağlığını da düzeltmiş olacağız.
Burdur gölü kıyısında bir doğa laboratuvarı Lisinia
Değişik projelerle çalışmalara başladık. Buradaki çalışmalarımızla Taıvan’da 1500 projenin katıldığı bir yarışmaya katıldık, ilk 10 un içine girmeye hak kazandık, bu dalda ülkemizi Taıvan’da tensil ettik.
Buraya gerek yurt içinden gerekse yurt dışından gönüllüler gelirler, katkıda bulunabiliyorlar. Öztürk Bey (Öztürk Sarıca) burada altı ay açık kaldı, burada çeşitli hayvan figürlerini yaptı.
Şimdiye kadar yedi milyon insan ziyaret etmiş burayı. Geçtiğimiz hafta uluslar arası proje ödülü kazandı Visidiya projesi. Hollanda’dan da davet aldı, önümüzdeki yıllarda hem Visinya’yaı hem de Türkiye’i oralarda temsil edip tanıtacak.
Şimdi de bu projeyi başlatmış bulunuyor, başlatmasının amacı kanser, anne, baba kardeşlerini kanserden kaybettikten sonra, kendinde kalan birikimi ile ailesinin anısına bu projeyi başlatıyor.
Lisinya burada bir yerleşkenin adı, buradan İlyas köyü,  Projenin kurucusu Öztürk Sarıca Akçaköy’lü. Kendisi 2005 yılında bu projeyi başlatıyor. Başlamasının altındaki neden kanser; kendisi annesini babasını, ailesini kanserden kaybettikten sonra kendisi bu projeyi başlattı. Burası eski bir yerleşkenin adı, buradan İlyas köyüne kadar 14 km uzaklıkta Lisinia uygarlığının MÖ. 5 yıllarda yaşamış. Lisinia ışıklar içinde geçen isimler.
Kanser dediğimiz konulardan iki tanesi var, bunlardan bir tanesi, tabiatın tahribatı, bunun bize dönüşen tahribatı n olması ve kanserin altında yatan en önemli sebeplerden bir de bu gün hayatımıza girmiş olan kimyasallar Bunların başında ziraatta kullanılan kimyasallar geliyor.
Kendine kalan gelirle bu projeyi başlattı. Pisidyanın şehri ışıklar şehri olarak geçer. Bunların başında hayatımıza giren kimyasallar. Köylere kadar girdi artık bu ilaçlar. Böcek ilaçları ve ayrık otları için kullanılan bu ilaçlar çok kuvvetli ilaçlar. Soframıza gelene kadar, bekletmekle, yıkamak, sirkeyle beklemek yıkamak gibi şeylerle gideremiyoruz. Maalesef bu kimyasalları çok bariz alıyoruz. Onun dışında marketlerde gördüğünüz paketli gıdaların çoğu kanserin altında yatan sebepler. Hem ülkemizde, hem dünyada kansere bir günah keçisi bulunmuş sigara, diğer bütün kimyasallar yokmuş gibi davranılıyor, kansere sebebiyet veren tek şey sigara gibi gözüküyor. Akciğer kanserlerinde bile sigaranın kansere sebebi yüzde 17 esasında. O yüzden bu kimyasal kullanımı özellikle burada vurgulamak dikkat çekmek istiyoruz.
Burası aslında doğal tedavi yeridir, buraya öğrenciler gelirler, başka şehirlerden de gelirler, isteyenler burada kalır, biz onlara eğitimler veririz, bilgiler veririz, bizle beraber çalışılırlar, mümkün mertebe bu bilgiyi burada yaymaya çalışıyoruz.
Projenin bir ayağı ki bu Öztürk Bey’in çok önem verdiği bir ayak, o da sularla ilgili projedir.
Hem ülkemizde, hem dünyada su kaynakları yavaş yavaş tükeniyor. Bizim burada en sıkıntılı bölgemiz Burdur Gölü’müz. Bu göl hızlı bir şekilde sularını kaybediyor. Şu andaki verilere göre önümüzdeki 25-30 yıl içinde Burdur Gölü tamamen kurumaya yakın bir hale gelecek, çok büyük ihtimalle kanserliler ve kanser hadiseleri çok daha artacak, çünkü sular azaldıkça kimyasallar artıyor.
Küresel ısınma, mevsim değişikliği bunların hepsinin bunda rolü var. Bunun dışında bir faktör daha var. Biraz daha eskiye gidiyor 1936 ya gidiyor 92-ye 93 e kadar “Tekeler” yöresi olarak geçiyor.
Boranlı keçisi vardır, Boranlı keçisi Avrupa’nın hatta dünyanın en etçi ırkıdır ve o yöre kadar et ve süt ihtiyacını Keçicilikten sağlıyordu. Bol beslendiği için son derece sağlıklı bir üründü. Ama o dönemde dört tane, beş tane sanırım bir yeni rapor yayınlandı. Bu maalesef yürürlüğe girdi, orada ne diyordu, “Türkiye’de erozyonlar sebebi keçiler”, tabi et ve süt sorunu doğunca diğer kısımlar ortaya çıkmaya başladı.
Burdur gölü kıyısında bir doğa laboratuvarı Lisinia

İnönü hükümeti arkamızda duran tarihi dostlarımız büyük baş hayvanları göndermeye başladılar, uygun kredilerle. Ama bu hayvanlar bizim coğrafyamıza, bizim ülkemize uygun hayvanlar değildi, çünkü onlar sulak arazilerde sürekli otlayan beslenen hayvanlardı. Bu konularla ilgili uyarılarda bulunulmasına rağmen aynı şekilde devam etti. Neticesinde ne oldu, bu hayvanlar burada doymadılar. Onlar doyurmak için ne yapmak gerekiyordu, yonca, mısır ancak bunlarla doyurabilecektik. Bunlar da çok su ihtiyaç eden bitkiler.  Bu bitkilerin üretimi arttıkça bunu besleyen su kaynakların önüne bentler oluşturuldu, barajlar yapıldı, tarlalara, yetmedi sondajla, yetmedi daha derinlere sondajlar ve ilerideki nesillerin içme suyu rezervleri büyük baş hayvan besleyen bir sisteme dönüştü. Bunca yıldan sonra geldiğimiz noktada bakıyorum ki ülkemizde hayvancılık bitme noktasına gelmiş, büyük sıkıntı, rezervlerimiz azaldı ve çaresiz bir durum var işin açıkçası.
Bir nebze olsun buna çare olmak için bundan sekiz yıl önce, Öztürk Bey, hiç su tüketmeyen aromatik bitki üretimine başlıyor burada. Yaban kekiği, kekik biberiye, bu bahsettiğim bitkiler ilk dikildiği dönemdeki son sularından sonraki başka su istemezler. Bakımları kolaydır, yılda bir defa sürülmeleri yeterlidir, kendileri baskın bitki olduğu için, bunlar zararlı çok fazla barındırmazlar. O yüzden kimyasal kullanmaya da gerek yok.
Burada sekiz yıldır yapmaya çalıştığımız şey, bunu mümkün mertebe bütün yöreye dağıtabilmek. Bu bitkiler 35-40 ürün vermeye devam ederler, hasat yapılır yıllar içinde büyüyerek devam ederler.
Bu bitkilerin üretilmesi ve yayılması için uğraşıyoruz. Çünkü katladığı katma değer bitkiler, bunların yağları çıkarılıyor, sularından faydalanılıyor, bitki olarak faydalanılıyor kiminin yağlarından faydalanılıyor, bunların posasından bile faydalanılıyor. O yüzden bulunduğu bölgedeki insanlara gelir kaynağı olabilecek bitkiler. Onun dışında gene bakımı kolaydır yılda bir defa traktörle süreriz, zamanı geldiğinde de Ağustos gibi kesimi yapılır, o kadar onun dışında hiçbir şeye ihtiyacı yok bitkilerin. Kökten kesilmiyor, üstten budanıyor.
Bu konuşmalardan sonra, tesisin bir köşesinde çalışmalar yapan bu doğa kampının asıl kurucusu kendisi de veteriner hekim olan Lisinia Doğa Koordinatörü Öztürk Sarıca gelerek şu açıklamalarda bulundu:
Öztürk Sarıca (site sahibi veteriner)
Zorlu süreçler yaşadık, ama ülkemizin doğası ve gelişmesi bizim için çok önemliydi, o yüzden ciddi anlamda mücadeleler veriyoruz. Şu anda 3000 dekarlık bir alanda hala lavantayı yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Çünkü devletimizin bütçe açıkları için de çok önemli, aromatik gideri ve katma değeri çok yüksek, bu amaçla aromatik bitkilerden bunların yağlarını çıkartıyoruz. O çıkardığımız yağlarla da çeşitli kozmetikler yapıyoruz. Yenebilir kremler yapıyoruz, çünkü dondurmadır hepsi. Ama herkes deri sağlığı için kullanıyor ve bu trendir artık yiyemeyeceğiniz hiçbir şeyi vücudunuza sürmeyin. Çünkü kanserlerin yüzde 75 i deriden başlıyor, o artık kanıtlanmış bir şey, Dünya Sağlık Örgütü’nün, Dünya Tarım Örgütünün “tamam” dediği bir şey. Dolayısıyla bu konu ile ilgili çalışmalar yapıyoruz. Yağı çıkardıktan sonra dondurma trend tekniği ile yapılıyor bu ürünler. Dondurma yapılırken sütle şeker karıştırılır, içine birkaç ürün katıldıktan sonra yoğunlaştırılır, salep pahalı olduğu için bazı zamklar kullanılıyor, bunların gene ikisi bitkisel, ama ucuz olan bağlayıcılar. Biz de bu ucuz maddelerini Hindistan cevizi yağını bu etkenin içine batırıp karıştırıyoruz.
Bu tesiste çeşitli yararlı kremler üretiliyor
Burdur gölü kıyısında bir doğa laboratuvarı Lisinia
Bu arada Hindistan cevizi yağı (şibata) yağ olarak Türkiye’de karıştı olmadığı için kekik yağı uluslar arası takasla takaslıyoruz, o yüzden gördüğünüz krem gibi görünüyor. Ama görünüşte bunun hepsi birer dondurma. Yalnız şu var, üç yıldan beri herkes bunları sürmek için kullanıyor. Dünyada pek çok iki üç tane firma benzer ürünleri yapıyor, onlar da yenilebilir trend bazında amma çok ciddi paralar yurt dışına gidiyor. Geçen yıl bir kırışıklar için milyon dolarlar gitmiş. Kırışıklık kremi incir çekirdeği yağı ve kuşburnu çekirdeğinden yapılıyor ve geceleri sürülüyor.
Diğer taraftan “güzellik kremi” diye Almanların bir krem var, nar çekirdeği ve üzüm çekirdeği yağından yapılıyor. Gündüzleri sürüyorsunuz, hızlı bir şekilde yeriniz ve nefes almaya başlıyor.
Diğer taraftan leke kremi çok yurt dışından gelmeye başlamış, leke kremi de aynı esasla üretim yapılıyor, papatya yağı ve lavanta yağından.
Yine son dönemlerde Çin yağı gelmeye başladı, nane yağı karışımlı, hâlbuki Türkiye nane yağı daha etkili. Nane yağı ve artiş yağından oluşan romatizma kremini biz burada yapmaya başladık. Bunlar yurt dışına ciddi anlam paramızın gittiği ürünler. Hâlbuki bunların ana kaynakları Türkiye, bu yağlar Türkiye’de toptan satılıyor, yurt dışından 50 kat fiyata buraya geliyor. Haşhaş yağını biz yurt dışına 40 liraya 50 liraya satıyoruz, en iyisini, yurt dışından 100 gramlık ve yüzde beşlik haşhaş yağı, saç bakım yağı olarak Türkiye’ye geriye dönüyor 90 markasıyla yüz lira. İşte o bizim lokstar dediğimiz olay aslında bu. Türkiye’nin yağını karışımlarla geri Türkiye’ye satıyorlar. Hâlbuki Türkiye’de pek çok şey daha kolay, mesela incir çekirdeği, kuşburnu çekirdeği yağını “omega 7” var elimde, içinde kolejin var yoğunluğu artırılıyor, kırışık kremi olarak 20 gr mı 200 lira, Türkiye’ye geliş fiyatı. Hâlbuki biz onun 100 gramını 35 liraya satıyoruz, arada dağlar kadar fark var. Dolayısıyla katma değer yaratıyoruz ülkemize, çünkü ben inanıyorum ki bir süre sonra bizde bir süre sonra üretilmeye başlayacak ve Türkiye bunları yurt dışına satmaya başlayacak, çok ciddi bir sektör. O yüzden kozmetik değil, ama gıda da değil, ikisinin arasında bir şey. Yalnız bunların tadına bakabiliyorsunuz, kimyasal olmadığı için. Tabi dondurma gibi değil, dondurmanın iki katı fiyatı.
Omega kaynağı olarak son yıllarda balık kapsülleri satılmaya başlandı.
Balık kapsülleri çok ciddi bir problem, balık katliamları artık ciddi boyuta ulaştı. Hâlbuki o balık kapsülü yerine Türkiye’de çekirdek tohum yağları çok daha iyi. Tüketici için çörekotu tohum yağları, keten tohumu yağları, susam tohumu yağları omegaları çok yüksek, bir çay kaşığı almanız yetiyor. Hiç değilse balıkların hayatı kurtulmuş olur.
Haşhaş yağı çokokrem yerine haşhaş yağı tüketilebilir.
Diğer taraftan zayıflama kuruna çok ciddi paralar gidiyor. Hâlbuki bütün dünyada zayıflama kürü kekik yağıdır, kekik suyudur. Bir kapak, yani beş veya on gram günlük iki veya üç litre suyun içine koyarsanız, sabahtan akşama kadar tüketilirse tansiyon da problem olmaz ve hızlı bir şekilde yağı yakar. Dolayısıyla bu doğal çözümleri sizlere anlatmaya çalışıyorum.
Limon yağı duydunuz mu? Tadına da bakabilirsiniz, limon yağı limon kremi yağlı ciltlerin yağını almak için kullanılıyor, geceleri sürülüyor, ertesi günü hiçbir problem yaşamıyor, insanlar. Özellikle son yıllarda, biz insanlar kirlendiğimizde yıkanırız. Kir dediğimiz şey vücut derisini koruyan şeydir, vücudumuzu korumak için yağlardır. Yağ salgılanır ve şampuanla duş geleneği ile yapılır, çünkü onlar yağı çözer. Ama yağı başka neler çözer, bulaşıkları nelerle yıkıyorsunuz? Deterjanla, onlar da yağ çözücü, bulaşıkta ve çamaşırda kullandığınız da banyoda kullandıklarınız arasında sadece kimyasal olarak oran farkları var. Hepsi yağ çözücü, bunları kullandınız yağlarız çözüldü.

Banyoda defalarca şampuanla yıkanmak kansere hazırlıktır.
Bizim Türk insanı kesinlikle çıkmaz ikinciyi yapacak, şampuan yapar, tekrar duş jeli yapar, hatta üçüncüyü, dördüncüyü yapar, nedendir, nedeni bilinmez, Türkiye burası ama nedendir, herkes böyle. Sebep ne, birinciyi yaptıktan sonra o kirler yağlar kalmadı ya, gözenekler açıldı ya, bütün kimyasallar derinizin içine emiliyor. Ve vücudunuz diyor ki, “ben istemiyorum bunu” kaşıntı başlıyor. Egzama, isilik, sedef, saçlardaki dökülme birtakım problemler buradan başlıyor.
Eğer üçüncüyü, hele dördüncüyü yaparsanız deri altındaki bağ dokularda problemler başlıyor. Oradaki hücrelerde lepikasyon dediğimiz çoğalma evresindeki o animasyon ilişkileri değiştiği anda kanser oluyorsunuz. Yani kanserlerin nereden başladığına ilişkin mantığı budur. Bağ dokudaki hücrelerin pek çoğu da vücudumuzun her yerinde var, dolayısıyla metaztas olurken, işte size bir kanser. Dolayısıyla bununla ilgili ciddi çalışmalarımız var, kanserle ilgili bazı çalışmalarımız var, bazı üniversitelerle.
Ama şimdi tüm dünya katran yağı ile çalışıyor.
Burdur gölü kıyısında bir doğa laboratuvarı Lisinia
Burada bazı kütüklerde ardıç ağacı var, ardıç ağacının özünü görüyor musunuz, eski yıkılmış evlerin ardıç ağaçları şunlar, bunların özünü çıkartıyoruz, çıkardıktan sonra nemlendiriyoruz, önce katranını alıyoruz, o katranı test ettikten sonra ağırlık deneyleri yapıyoruz. Deri hastalıklarına gerçekten çok etkilidir. Bu vitrine koyduğum sedefti, egzamaydı, saç dökülmeleri, ayak mantarında bunların tamamında bu kullanılıyor. Geceleri sürülüyor, gündüzleri katranıyla yıkanıldığında, sinir hastalıklarının büyük bir bölümünü alıyor ve vücuttan uzaklaştırıyor.
Böyle bir çalışmamız var, kimyasallar böyle, yani hayatınıza önem veriyorsanız kimyasallardan uzak durun. Mesela son yıllarda gene sevindirici bir haber, Türkiye’de eskiden “dağ çayı” denilen çoğunlukla yurt dışına satılırdı, onunla ilgili çalışma yapıyoruz üç yıldan beri, “ada çayı” deniliyor bazı bölgelerde, aslında “dağ çayı”. Dağ çayı ayrı, ada çayı ayrıdır. Alzaymır ve emesi şu anda dünyanın seçkin ilaçları arasına girdi. Burada da bizim de şahit olduğumuz pek çok şey var. Bir taraftan da ülkemizin genlerini muhafaza etmeye çalışıyoruz, çünkü dağlarda kalmadı. Toplanıp toplanıp yurt dışına satılıyor, yurt dışında ilaç yapılıp Türkiye’ye satılıyor. Çok zor da değil, biz de burada tarlada kendimiz üretip tohumlardan dört dekarlık bir alanda üretip yapıyor, yağını çıkartıp, üniversitelerde çalışama yapıyoruz, üretim yapıyoruz. Ama dağlarda kalmadı, bahçelerdekini dağlara dikeceğiz artık.
Şimdilik tanıtım ve üretim
Bu ürettiklerimizi dışarıya satmamaya çalışıyoruz, biz olaya ticari bakmıyoruz, insanlar bunu almak istiyorsa gelsin burada anlatalım, bizim derdimiz onları doğal hayatla tanıştırmaktır. Dışarıda satmamamızın sebebi, insanların buraya gelip görmesi, işin farkındalığına varması; çünkü ben eminim ki üç dört yıl sonra sadece biz üretmeyecek, Türkiye’de çok kuruluşlar üretecek, bunun sektörleri gelişecek. Biz burada bir şeyi başlatmaya çalışıyoruz, yeni projelerimizi söyledim, bizim yapacak çok daha işimiz var.
Sağlık Bakanlığı ile bir irtibat, ilişkiniz var mı, sorusuna şöyle denildi:
Sağlık Bakanlığı ile bir ilişkimiz yok Tarım Bakanlığı ile var. Bu projelerin büyük bir kısmını kamuoyuyla yapıyoruz, kamuoyuyla yaptığımız çok fazla proje vardır. Projelerimizin yayılması bakımından projelerimizi kamuoyu ile paylaşırız, destek vermemiz gereken yerlere desteğimizi veririz. Ama direk olarak bir bakanlıkla şu çalışmayı birlikte yapalım denmiyor, ama em azından şu var, rehabilitasyon merkezimizi bir buçuk yıldır kapatmaya çalışıyorlar”.
Ankara’dan gelen öğretmen ekibi, tanıtım laboravuvarında kütüklerden yapılmış oturaklar üzerinde bu açıklamaları dinledikten sonra, çeşitli üretilen krem ve yağları satın aldılar.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.