İstanbul depremi ne ki?
1999 yılındaki Gölcük, Yalova ve Çınarcık depremlerinden sonra, İstanbul’da da şiddeti yedinin üzerinde, çok kuvvetli bir yer sarsıntısı, depremin olacağı bilim adamları tarafından bilimsel olarak açıklandı.
Bunun üzerine, devlet ve yerel yönetimler tarafından, olası İstanbul depreminin en az zararla karşılanması için alınması gereken tedbirler tartışıldı bir süre. Deprem öldürmez, depreme dayanaklı olmayan binalar öldürür sözü, adeta bir slogan haline geldi.
En başta İstanbul olmak üzere, kentsel dönüşüm adı altında, deprem bölgelerindeki çürük binaların sağlamlaştırılması veya yıkılarak yenilerinin yapılması çalışmalarına başlandı. Bu çalışmalar, gerçekten depreme karşı önlem alınmasından ziyade, rantsal dönüşüme uğradı, çürük veya sağlam olduklarına bakılmaksızın eski binalar yıkılarak daha çok katlı ve modern pahalı binalar yapılarak mütahitler kazanç elde ettiler, ev sahipleri de daha modern akıllı evlere sahip oldular, alanın razı verenin razı olduğu, merkezi plan ve programdan yoksun, çarpık ve plansız bir süreç başlatıldı.
Hepimizin bildiği gibi, öncesinde daha hafiften başlayan ve dün de 5.8 şiddetinde bir depremle İstanbul sarsıldı ve çevre illerde de bu sarsıntı büyük oranda hissedildi, İstanbul halkının yüreği ağzına geldi.
Bu son deprem de gösterdi ki; aradan geçen yirmi yıla rağmen, deprem konusunda halkımız eğitilmediği gibi, deprem sonrasında, depremin olası zararlarını en hafife indirgeyecek, sağ kalmasını başarabilen insanlara yönelik alınması gereken, ulaşım, haberleşme, güvenli bir yerde toplanma, güvenli toplanma merkezleri oluşturma, halkı bilgilendirme ve uyarma, güvenli toplanma merkezlerinde çadır kentler kurarak halkın barınmasını yemesini ve içmesini temin etme ve benzeri acil önlemlerin hiçbiri yine alınmamış.
Göstermelik bir deprem kriz merkezi oluşturulmuş, bu merkeze İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanının çağırılıp çağırılmadığı şüpheli, kriz merkezinin başında merkezi yönetimin Cumhurbaşkanı yardımcısı yer almakta ”ne kadar güvenli bir sistem kurduğumuz anlaşılmıştır” şeklinde saçma sapan bir söz söylenmesinden başka yapılan olumlu hiçbir çalışma yok, çift başlı bir deprem kriz merkezi, deprem üzerinden siyasal rant devşirme gayreti.
AKP iktidarı denince, bu ülkede yaşayan aklı başında insanların ilk aklına gelen şey; her alanda bir rant elde etme çabasıdır. Bugün de deprem üzerinden siyasi bir rant elde etme gayretini çok açık görüyoruz.
Bize göre, depremle sallanan; gerçekte, sadece İstanbul halkı değil, sallanan tüm Türkiye ve Türk insanı. Tüm halkımız, gerçek deprem ve sarsıntıyı, ülkenin yönetiminde yaşamakta.
Bugün ülkemizde öyle bir yönetim var ki; ülke yönetiminin tüm yetkileri ve hazinesi, fonları, sorumsuz partili ve taraflı bir Cumhurbaşkanının elinde, o ne derse doğru ve onun dedikleri anında uygulanmakta. Ülkenin acilen çözülmesi gereken birçok önemli sorunu varken, söz vermesine rağmen hala Fırat’ın doğusuna bir türlü girememişken, Amerika’ya dil dökerek ondan şefaat dilenirken, aynı tek adam tüm bu sorunları bir kenara bırakmış, özel araç sahiplerinin, kendi araçlarında sigara içmelerine kafasını takmış ve özel arabasında sigara içen insanları cezalandırma ve bu yolla para toplama gibi, hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir buluşa imza atıyor.
Bu ülkenin insanı; partili bir Cumhurbaşkanını 1150 odalı, binlerce personele, danışmana, kurul üyesine ev sahipliği yapan, muhtarların, sözde sanatçıların, aklınıza gelebilecek işe yarayan ve yaramayan tüm insanların, bizim isimlerini dahi duymadığımız yemeklerle ve meyvelerle ağırlandıkları sofraların kurulduğu, yemek, personel, aydınlatma, ısıtma, bakım ve tutum giderleriyle bütçeden sarf ettiği her yıl katlanarak artan örtülü ve örtüsüz ödeneklerle bütçenin kara deliği haline gelen saraya vergileriyle para yetişirken, kendileri yoksulluk ve açlık sınırında yaşamaya mahkumlar.
Bütçeden sağlanan ödenekler; iktidarın üretime yönelik olmayan savurganlığına, saraya, her mahallede ihtiyaç fazlası olarak yapılan camilerin hocalarına, ihtiyaç fazlası din adamlarına ödenen ödenekler ve gereksiz harcamalarla şişen Diyanet’in önlenemeyen harcamalarına tahsis edildiği için, bütçenin çok büyük açıklar verdiği, Varlık Fonu, İşsizlik Fonu, deprem vergisi gibi fonlarda biriken paraların, bu fonların kuruluş amaçları dışında, kamu bankalarının kötü yönetimlerinden kaynaklı görev zararlarını kapatmaya, duble yolların yapımlarına, betona, batan inşaat sektörü müteahhitlerin şirketlerine ortak olunarak, onların zararlarının kapatılmasına ve batık müteahhitlerin kurtarılmalarına, krize ve durgunluğa giren otomotiv sektörünün canlandırılması için, maliyetinin altındaki düşük faiz oranlarıyla otomobil kredilerine yönlendirildiği, on şiddetinde deprem ve sarsıntı geçirmekte olan, ne yapacağını şaşırmış bir yönetimle karşı karşıyayız.
27/09/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu
Bunun üzerine, devlet ve yerel yönetimler tarafından, olası İstanbul depreminin en az zararla karşılanması için alınması gereken tedbirler tartışıldı bir süre. Deprem öldürmez, depreme dayanaklı olmayan binalar öldürür sözü, adeta bir slogan haline geldi.
En başta İstanbul olmak üzere, kentsel dönüşüm adı altında, deprem bölgelerindeki çürük binaların sağlamlaştırılması veya yıkılarak yenilerinin yapılması çalışmalarına başlandı. Bu çalışmalar, gerçekten depreme karşı önlem alınmasından ziyade, rantsal dönüşüme uğradı, çürük veya sağlam olduklarına bakılmaksızın eski binalar yıkılarak daha çok katlı ve modern pahalı binalar yapılarak mütahitler kazanç elde ettiler, ev sahipleri de daha modern akıllı evlere sahip oldular, alanın razı verenin razı olduğu, merkezi plan ve programdan yoksun, çarpık ve plansız bir süreç başlatıldı.
Hepimizin bildiği gibi, öncesinde daha hafiften başlayan ve dün de 5.8 şiddetinde bir depremle İstanbul sarsıldı ve çevre illerde de bu sarsıntı büyük oranda hissedildi, İstanbul halkının yüreği ağzına geldi.
Bu son deprem de gösterdi ki; aradan geçen yirmi yıla rağmen, deprem konusunda halkımız eğitilmediği gibi, deprem sonrasında, depremin olası zararlarını en hafife indirgeyecek, sağ kalmasını başarabilen insanlara yönelik alınması gereken, ulaşım, haberleşme, güvenli bir yerde toplanma, güvenli toplanma merkezleri oluşturma, halkı bilgilendirme ve uyarma, güvenli toplanma merkezlerinde çadır kentler kurarak halkın barınmasını yemesini ve içmesini temin etme ve benzeri acil önlemlerin hiçbiri yine alınmamış.
Göstermelik bir deprem kriz merkezi oluşturulmuş, bu merkeze İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanının çağırılıp çağırılmadığı şüpheli, kriz merkezinin başında merkezi yönetimin Cumhurbaşkanı yardımcısı yer almakta ”ne kadar güvenli bir sistem kurduğumuz anlaşılmıştır” şeklinde saçma sapan bir söz söylenmesinden başka yapılan olumlu hiçbir çalışma yok, çift başlı bir deprem kriz merkezi, deprem üzerinden siyasal rant devşirme gayreti.
AKP iktidarı denince, bu ülkede yaşayan aklı başında insanların ilk aklına gelen şey; her alanda bir rant elde etme çabasıdır. Bugün de deprem üzerinden siyasi bir rant elde etme gayretini çok açık görüyoruz.
Bize göre, depremle sallanan; gerçekte, sadece İstanbul halkı değil, sallanan tüm Türkiye ve Türk insanı. Tüm halkımız, gerçek deprem ve sarsıntıyı, ülkenin yönetiminde yaşamakta.
Bugün ülkemizde öyle bir yönetim var ki; ülke yönetiminin tüm yetkileri ve hazinesi, fonları, sorumsuz partili ve taraflı bir Cumhurbaşkanının elinde, o ne derse doğru ve onun dedikleri anında uygulanmakta. Ülkenin acilen çözülmesi gereken birçok önemli sorunu varken, söz vermesine rağmen hala Fırat’ın doğusuna bir türlü girememişken, Amerika’ya dil dökerek ondan şefaat dilenirken, aynı tek adam tüm bu sorunları bir kenara bırakmış, özel araç sahiplerinin, kendi araçlarında sigara içmelerine kafasını takmış ve özel arabasında sigara içen insanları cezalandırma ve bu yolla para toplama gibi, hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir buluşa imza atıyor.
Bu ülkenin insanı; partili bir Cumhurbaşkanını 1150 odalı, binlerce personele, danışmana, kurul üyesine ev sahipliği yapan, muhtarların, sözde sanatçıların, aklınıza gelebilecek işe yarayan ve yaramayan tüm insanların, bizim isimlerini dahi duymadığımız yemeklerle ve meyvelerle ağırlandıkları sofraların kurulduğu, yemek, personel, aydınlatma, ısıtma, bakım ve tutum giderleriyle bütçeden sarf ettiği her yıl katlanarak artan örtülü ve örtüsüz ödeneklerle bütçenin kara deliği haline gelen saraya vergileriyle para yetişirken, kendileri yoksulluk ve açlık sınırında yaşamaya mahkumlar.
Bütçeden sağlanan ödenekler; iktidarın üretime yönelik olmayan savurganlığına, saraya, her mahallede ihtiyaç fazlası olarak yapılan camilerin hocalarına, ihtiyaç fazlası din adamlarına ödenen ödenekler ve gereksiz harcamalarla şişen Diyanet’in önlenemeyen harcamalarına tahsis edildiği için, bütçenin çok büyük açıklar verdiği, Varlık Fonu, İşsizlik Fonu, deprem vergisi gibi fonlarda biriken paraların, bu fonların kuruluş amaçları dışında, kamu bankalarının kötü yönetimlerinden kaynaklı görev zararlarını kapatmaya, duble yolların yapımlarına, betona, batan inşaat sektörü müteahhitlerin şirketlerine ortak olunarak, onların zararlarının kapatılmasına ve batık müteahhitlerin kurtarılmalarına, krize ve durgunluğa giren otomotiv sektörünün canlandırılması için, maliyetinin altındaki düşük faiz oranlarıyla otomobil kredilerine yönlendirildiği, on şiddetinde deprem ve sarsıntı geçirmekte olan, ne yapacağını şaşırmış bir yönetimle karşı karşıyayız.
Bu nedenle diyoruz ki; İstanbul depremi ne ki?
Güner Yiğitbaşı
27/09/2019Güner Yiğitbaşı
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu
Hiç yorum yok: